Header Ads

Cevşen, kaynaksız mesnetsiz Şii duasıdır



Diyalogcuların bir sembol haline getirdiği, Vatikan Katolik Kilisesi temsilcisi George Marovich’in (diyalog toplantılarında gördüğümüz kadarıyla) dilinden düşmeyen cevşen’in dinimizdeki yeri nedir sorusuna cevap arayalım.

Diyanet Ansiklopedisinin Cevşen maddesinde özetle diyor ki:
(s.462-464)

Farsça asıllı olduğu kabul edilen cevşen kelimesi sözlükte, “zırh, savaş elbisesi” anlamınagelmektedir. Terim olarak Şii kaynaklarında Ehl-i beyt tarikiyle Hz. Peygambere isnat edilip, Cevşen-i Kebir ve Cevşen-i Sağır denilen iki duanın ortak adıdır.


Cevşen-i Kebir: Anlatıldığına göre Asr-ı saadette cereyan eden savaşların birinde (bir rivayette Uhud’da) muharebenin kızıştığı ve üzerindeki zırhın kendisini fazlasıyla sıktığı bir sırada, Hz.Peygamber ellerini açarak Allah’a dua etmiş, bunun üzerine gök kapıları açılarak Cebrail gelmiş ve, “Ya Resulullah, Rabbin sana selam ediyor ve üzerindeki zırhı çıkarıp bu duayı okumanı istiyor. Bu dua hem sana hem de ümmetine zırhtan daha sağlam bir emniyet sağlayacaktır” demiştir.


Olayla ilgili Şii kaynaklarına göre Allah Cevşen-i Kebiri dünyayı yaratmadan 50 bin yıl önce arşa yazmıştır. Bu duayı okuyan veya yazılı olarak üzerinde bulunduran kimse, dünyada her türlü beladan, afet, hastalık, yangın ve soygundan korunduğu gibi Allah ile kendisi arasında perde kalmaz ve bütün istekleri yerine getirilir. Cevşen-i Kebir ile Allah’a münacatta bulunan kimseye, Bedir şehidleri derecesinde 900 bin şehid sevabı verilir. Bu duayı kefeninin üzerine yazan mümin ise azap görmez.


Onu okuyan kimse, dört semavi kitabı okumuş gibi olur, her harfi için kendine Cennette iki ev ile iki zevce verilir, ayrıca insan ve cinlerden olan bütün müminlerinki kadar sevap kazanır, asla Cehenneme girmez. Cebrail, Hz.Peygamberden duayı kâfirlere öğretmemesini, sadece mümin ve takva sahibi kişilere tâlim etmesini istemiştir. Kefenlere de yazılmış, Cevşen-i Kebir özellikle Şii dünyasında oldukça rağbet görmüş, gerek müstakil olarak gerekse çeşitli dua mecmuaları içinde birçok defa basılmıştır Cevşenin Şii dünyasında bu derece rağbet görmesinde, Ehl-i beyt tarikiyle rivâyet edilmiş olmasının yanında, faziletleriyle ilgili haberlerin de büyük etkisi olmuştur.

Dua, Şia bölgelerinde özel matbaalarca kefen üzerine yazılmakta ve cenazenin kefenlenmesinde kullanılmaktadır.Cevşen-i Kebir Türkiye’deki bazı Sünni müslümanlar arasında da ilgiyle karşılanmıştır.Duayı, A. Z. Gümüşhanevi, tarikatla ilgili Mecmuatül-ahzab adlı eserinde nakletmiş, daha sonra özellikle Risale-i Nur cemaati tarafından müstakil olarak birçok defa basılmış ve Türkçe’ye de tercümeleri yapılmıştır. Ayrıca Şii kaynaklarında zikredilen metinle bu eserlerdeki metin arasında bazı eksiklik veya fazlalıklar göze çarpmaktadır.

Cevşen-i Kebir diye bilinen ve Musa el-Kazımdan itibaren imamlar yoluyla Hz. Peygambere nispet edilmiş bir hadis olarak rivayet edilen, yaklaşık 15 sayfalık metnin sahih olması mümkün görünmemektedir. Zira bu metin, bilinen bir olayı, bir kıssayı veya tarihi bir vakayı anlatan,hafızada tutulması kolay metinlerden farklı olarak, her kelime ve cümlesinin büyük bir titizlikle raptedilip tekrarlanması, Hz. Peygamberden alınıp rivayet edilmesi imkansız denecek kadar güçtür.


Duanın Sünni hadis mecmualarında yer almaması, ayrıca Şii hadis külliyatının ana kaynağı durumundaki Kütüb-i erbeada da bulunmaması, sadece dua mecmuaları gibi ikinci derecede kitaplarda mevcut olması da bu görüşü desteklemektedir.

Sonuç:
Cevşen, Kaynaksız Mesnetsiz Şii Duasıdır.

Fazileti hakkında söylenenler uydurmadır.


-----

Said-i Nursi'nin risalelerinin onlarca yerinde Cevşen'in faziletine dair yazdığı abartılı sözlerin de hiç bir şer'i kaynağı yoktur. "Onun kalbine ilham olundu da öyle yazdı" diyenlere diyoruz ki, "kalbe gelen ilhamlar ile eser yazmak muteber değildir. Başkaları da çıkıp 'Bizim kalplerimize de şu şekilde ilham olundu.' derse ve başka bir görüş savunursa ne olacak?"

İslam dininin dört kaynağı vardır. Her alim, her hususu bu dört temele dayanarak izah etmek ZORUNDADIR. Sorulduğunda bu dört kaynak ile ilmi delil getiremeyen alimin iddiası/izahı batıldır. Şer'an bağlayıcı değildir.

Bu kaynaklar;
- Kur'an
- Sünnet
- Ümmetin İcması/ittifakı
- Kıyas'tır...

En büyük evliyaullah, en büyük kutuplar hatta her devirde bir tane olan kutbul aktab bile, her sözünü şeriatin dört kaynağı ile desteklemek ve bu şekilde şer'i delillerini getirmek zorundadır. Onlar dahi dört hak mezhepten birine tabi olmak zorundadır ve hep olmuşlardır.

Kimsenin rüyası ve kalbine geldiği iddia edilen ilhamı hiç bir başka mü'mine şer'i delil değildir. Muteber rüyalar, muteber keşf ve ilhamlar da sadece kişinin kendine delildir.

O halde yüz de doksanı kalbe geldiği iddia edilen ilhamlara dayanan Risale-i Nur'un hiç bir ilmi bağlayıcılığı ve itibarı yoktur. Zaten yazarın risalelerinde yalan yazdığı da biraz ilim sahibi olup da bunları inceleyen gözlerin önünde bariz bir şekilde durmaktadır.

Bir müslümanın karşısına bir başka müslüman çıkıp da "Bu ilmi konuda ben rüyamda şu şekilde bir işaret gördüm" dese, yada "Bu ilmi konuda Allahü Teala doğrusunu benim kalbime ilham etti." dese o kimseye inanmamanın, onun rüyası ve ilhamı ile hareket etmemenin İslam şeriatinde hiç bir vebali yoktur. Böyle bir durumda görülen rüyanın ve alınan ilhamın şeriatin dört kaynağına uyup uymadığına bakılır. Kişi bunlarla kendisi amel eder. Ama isabet eder ama edemez. Başka biri bunları kaale almak zorunda değildir. Zira kimse kimsenin kalbini ve rüyasını bilemez. Buna gücü yetmez. Gücü yetmediğinden de mesul tutulmaz. Kim nasıl bilebilir bu iddiadaki kişinin kalbine gerçekten ilham gelip gelmediğini? Gelse bile bu ilhamın veya gördüğü bu rüyanın Rabbani mi yoksa Şeytani mi olduğunu da kim nasıl bilebilir?

Blogger tarafından desteklenmektedir.