“Kader Risalesi” üzerinden kaderi inkâr eden Mustafa İslamoğlu
“Kader Risalesi” üzerinden kaderi inkâr eden Mustafa İslamoğlu |
Elimde bir kitap var: Hasan el-Basrî’nin Kader Risalesi ve Şerhi.
Ali Eren |
2013 tarihli 4. baskı. Üzerindeki isim: Mustafa İslamoğlu
İsmine bakarsanız, kitap bir tercüme ve onun açıklaması. Ancak yarısına kadar kitabın tercümeyle alâkası yok. Daha ilk sahifelerde bu kitapla iki şeyin hedeflendiği anlaşılıyor.
1- İnsanları kader hakkında şüpheye düşürüp, Müslümanlıkta kadere iman diye bir şeyin olmadığını kabul ettirmek, en azından bu konuda tereddüt meydana getirmek.
2- Hazreti Muâviye’yi ve onun mensup olduğu Emevî hanedanını toptan kötüleyip zâlim bir topluluk olarak göstermek.
Yazar bunu doğrudan kendisi yaptığı takdirde inandırıcı olmayacağını düşünmüş olmalı ki bu gayesini Hasan-ı Basrî Hazretleri’nin Kader Risalesi üzerinden yapıyor.
Hani, “Uzaktan baktım yeşil türbe, yanına vardım estağfur tevbe” derler ya, Mustafa İslamoğlu’nun, Hasan el-Basrî’nin Kader Risalesi ve Şerhi isimli bu tercüme kitabı da aynen öyle.
Kitap 220 sahife. Ama Kader Risalesi hakkındaki bilgilere ancak 66. sahifeden sonra müşerref oluyorsunuz. Tercümeye de ancak 90. sahifeden sonra. Önceki sahifelerde neler olduğunu soruyorsanız söyleyeyim:
İslamoğlu’nin diğer kitaplarında olduğu gibi bu ktabında da bol bol yanlışlar ve suçlamalar mevcut…
O yanlışın bazılarını ele aldığımız halde uzun bir yazı meydana geldi. Tamamını yazıya dökseydik kim bilir ne kadar olurdu. İslamoğlu’nun yanlışlarının ve haksız suçlamalarının hepsini değil, mecburen bir kısmını aşağıda madde madde ele aldık.
İşte yanlışlar ve suçlamalar:
1- Yazar daha kitabın “Giriş” yazısında, hemen yanlışlığa adım atıyor. “Eğer Allah dileseydi biz şirk koşmazdık” (6/148) diyen müşriklerin bu sözünün kaderci geleneğe ait yani kadercilikle ilgili bir söz olduğunu söyleyerek imanın şartlarından biri olan kader inancına ilk darbeyi vuruyor. Ona göre kadercilik/kadere inanmak, müşriklerden gelme bir şeymiş.
Ancak, dikkat ederseniz âyete bizzat kendisinin verdiği mânâda “Allah dileseydi” deniliyor. Kendi verdiği “Dilemek” kelimesini unutuyor ve meseleyi sündürüp, “Eğer Allah dileseydi biz şirk koşmazdık”diyen müşriklerin kaderci olduğunu söylüyor. (Sahife: 10)
Halbuki müşriklerin sözü ortada. 1. maddenin ilk cümlesindeki o sözde kader kelimesi yok, dilemek/istemek var. Buna rağmen kader insanı kafir olmaya zorluyormuş gibi, İslamoğlu bu cümleyi şu mânâya çekiyor: “Allah’ın bizi şirke mecbur eden kaderi olmasaydı biz şirk koşmazdık.”
2- Kader meselesinde bu kadar ağır ifade kullanan İslamoğlu, Müslümanlar hakkında da çok ağır ve suçlayıcı cümleler kullanmakta tereddüt etmiyor:
“Bazı Müslümanlar, Hıristiyanlaştıkları oranda dinlerini şekillendirmeye soyunmuşlardır.
…Allah onu Kur’an’la sadece karşıtlarının değil, müntesiplerinin (Müslümanların) şerrinden de korumuştur.” (Sa:10)
“Bazı Müslümanlar” dediği kimselerin ne gibi işler yaptıklarından dolayı Hıristiyanlaştıklarını söylemeye bile lüzum görmeden, onları rahatça Hıristiyanlaşmakla suçlayabiliyor.
Hıristiyanlaştığını söylediği Müslümanlar, yılbaşlarında noel yortularına katılan Müslümanlar falan değil. Onun ifadesiyle ”Geleneksel din tasavvurları”na sahip olan Müslümanlar.
“Geleneksel” demek, ötedenberi kabul edilegelen demek. Bir taraftan “Geleneksel” diyerek Resûlüllah Efendimiz’den beri bilinegelen İslamı tenkit ederken “Din tasavvuru” diyerek de ikinci bir yanlışa düşüyor.
Şöyle ki: İslamın “İ”sinden haberi olan bir kimse “Geleneksel din tasavvuru” demez. Çünkü din tasavvur/düşünce değil İlâhî bir hükümdür. Diğer bir ifadeyle; tasarlanmış, bir düşünce değil, Allah tarafından konulan bir inanç sistemidir.
İslamoğlu cümlesinde “müntesip” kelimesini kullanıyor. “Müntesip” İslamı kabul eden kişi yani Müslüman kimse demek. İslamoğlu, “Allah onu (İslamı) Kur’an’la sadece karşıtlarının değil, müntesiplerinin şerrinden de korumuştur” diyebiliyor.
Allah (c.c.) İslamı Müslümanların şerrinden Kur’an’la koruduğuna göre(!) her Müslüman, İslamoğlu’na göre şerli birer İslam düşmanı olmuş oluyor.
| Ali Eren
Gazeteci-Yaza