Header Ads

Hazreti mehdinin fehtedeceği medine İstanbul'dur. | Ahir zaman hadislerini doğru anlamak. | Mehmet Fahri Sertkaya


Medine "şehir" anlamına gelir.



Hadis-i şerifte buyruldu:



"Ey ümmet! Sizde altı alamet vardır. Birincisi (....) Altıncısı ise Medine'nin fethi... Sordular: Hangi medine ya Rasulallah? Şu cevabı verdi: Kostantiniyye..." (1)

Ahir zamana dair hadis-i şerifleri yorumlamak isterken komik hallere düşen, buna rağmen bir de en doğru şekli ile anlayıp yorumlayan müslümanların cemaatine de alaycı şekilde dil uzatan cübbeli ya da cübbesiz sözde ilim ehli özde talk showcu ekran hocaları bilmeli ki, bu hadisler sırran bildirilmiştir. Şayet, o ahir zamanı yaşayacak müslümanlar hatta gayri müslimler, bu hadisleri okuyup hemen anlayabilecek olsalar, usule, sünnetullaha muhalif olur ve kimse tuzaklara düşmez. Kimse imtihan olmaz. İmtihan için bulunduğumuz bu dünyada da ne hz. Allah (c.c.) ne de hz. Rasulüllah (s.a.v.) buna razı olmaz.


"Hz. Mehdi (Aleyhi rıdvan) hakkında vâki hadis-i şerifte, Fahri Âlem (s.a.v.) Efendimizden sırran haber sadır olmuş olup, ancak anahtarı kimde ise o açar ve işin hakikatini o anlar, başkası anlayamaz. Herkes anlasa sır zâhir olur. Usule muhalif gelir. Yani zamanın sahibi, Rasûlüllah'ın vârisi perdeyi kime açarsa ancak o anlar.

Nüzûl-i İsa (Aleyhisselâm)'daki sır da böyle. Allah dostlarının rütbesindeki büyüklükleri nisbetinde halleri ve sırları kapalıdır. Sultan Hamid (Aleyhirrahme) dahi, bunlardandır." (2) buyurmuş, zamanın sahibi ve hakiki varis-i Rasulü Süleyman Hilmi Tunahan hazretleri...



Bir hadis-i şerifte de "Mehdinin kolları uzundur" buyrulmuştur. Bunları bile yorumlarken gerçek anlamda kolları uzun olacağı yorumları yapılabiliyor ki aslında kastedilen "Tasarrufu çok büyüktür. Gücü dünyanın her tarafına ulaşır. Dünyanın her yerinde teşkilatlanır. Hatta diğer alemlerde / gezegenlerde bile.." manasıdır. 



Yine başka bir hadiste mealen "Mehdi, kupkuru bir dal parçasını eline alıp kupkuru bir toprağa saplayacak ve anında bu kuru dal bu kuru toprakta yeşerip bir de meyve verecek" buyuruluyor. Bunu bile gerçek manasına yoruyorlar ve ulu'l azm peygamberlerde bile görülmemiş şekilde hz mehdiyi her an her dakika durmadan olağan üstü haller sergileyecek biri gibi, hatta bazen daha da ileri gidip insan üstü bir varlık gibi anlayıp anlatıyorlar. Oysa bu hadiste de hz. mehdinin asla İslami hizmet verilemeyecek, ilim öğretilemeyecek, Allah demenin bile yasak olduğu bir zaman ve zeminde, mecburiyetten aslında ilme yatkın olmayan kişileri bile (kupkuru odunları bile) değerlendirip kısacık sürede bunları alim yapacağına ve bunların bile kısa sürede talebeler yetiştireceğine ve daha nerede ise çocuk denilebilecek yaşta talebelerin bile, yüzlerinden rabıtanın nuru parlarken dillerinden sürekli ilim ve hikmet döküleceğine, her şeyiyle küfre kaymış o toplumun böyle böyle manen ve madden hızla ihya edileceğine ve bir İslam toplumuna dönüştürüleceğine işaret ediliyor. Zaten medinenin ikinci fethi de, topsuz ve tüfeksiz, manevi olmayacak mı?


Ahir zaman hadislerinde geçen manaları anlamak kuru ilim ile, yıllar boyu geceleri bile uykusuz kalıp ezber yapmak ile mümkün olmaz. Önce ihlas olacak. Samimiyet olacak. Sonra hakiki bir mürşide tabi olunacak ve ondan gerçekten feyiz alınacak. Feyz aldıkça daha da gayreti artacak, nefisle cihadı artacak, nefis terbiye edilecek. Böyle gayret ettikçe de daha fazla himmet olunacak. Kendi tam anlamı ile farkına varıp idrak edemese de öyle bir hale gelecek ki, böyle hakiki bir mürşidle yol almayanların bütün bir ömür boyu ilimde gayret ederek gelebildiği son nokta, artık onun için yolun başı olacak. Sonra keşfi açılacak, büyüklerle hatta hazreti peygamber (s.a.v.) ile manevi haberleşme yolları açılacak ve sırları idrak etmeye mani nefsani perdeler sökülüp atılmış olacak da zahiri ilim de ancak bu aşamada gerçek anlamı ile faydalı olmuş olacak. Yoksa, böyle olmazsa, her şeyi yalan yanlış anlayıp, çok iyi anladığını zan ederek anlatıp duracak. 

Feyizden mahrum olan kalbinin kontrolünden kolayca çıkıp tamamen nefsinin tercümanına dönüşen aklı, zahiri ilim ve gayret ile asla terbiye edilemeyen o nefsinin elinde oyuncak olan aklı, ne kadar tartabilirse, idrak edebilirse ve bir de riya, gösteriş, benlik, şöhret gibi kötü huyların tesirinden zahiri ilimle ne kadar kurtulabilirse (ki hiç kurtulamaz.) o kadar anlayıp anlatabilecek. "Bu yolda niceleri var ki nehirleri içtiler de geğirmediler bile" sözünden ve derinliğinden de habersiz olarak, kendisi doğru düzgün anlamadan, bir an önce yazarak ya da radyo ve televizyona çıkarak anlatmaya kalkacak. Üstelik, anlattığı kitle bu bilgileri bilmek zorunda mı, ya da kaldırabilecek durumda mı, bu kitleye bunları anlatırsa yanlış anlaşılmalar olur mu, hiç sıkıntı etmeden...

İmam- Rabbani hazretlerinin ifadesi ile "manevi yol kesici eşkıya"lara, hakiki  mürşid diye,  hakiki müceddid diye tabi olanlar, sürekli rabıtadan, tasavvuftan, hakiki mürşidlerden  ve müceddidlerden bahsettikleri halde kendileri zerre feyiz alamayanlar, ve sayısız müslümanın böyle manevi yol kesici sözde mürşidlere bağlanmasına zemin hazırlayanlar anlayamazlar, anlayabildikleri az sayıdaki hadisler olursa da anlatamazlar. İşlerine gelmez. Vurgunları biter. Şöhret hırsları darbe alır. Benlik hırsları tatmin olmaz. Alkışlamalar kesilince boğucu ve sessizlikte canavarlaşmış bir nefisle baş başa kalırlar. Hak etmedikleri kendi saygınlıkları da bozuk yolları da yıkılır.

İşte bu yüzden hiç durmazlar, hiç susmazlar, hiç soluklanmazlar, birileri ile münazara etmedikleri, çekişmedikleri, didişmedikleri bir günleri olmaz. Nefislerinin elinde iyice nifaka kadar düşerler ama hala İslam, Kur'an, sünnet, ehli sünnet, mürşid, müceddid diye anlatır dururlar. 



1- ibn-i Hacer
2- Hatıratım, Ali Erol, Fazilet neşriyat
3- 






Blogger tarafından desteklenmektedir.