Hıristiyanlığı yaymanın, misyonerliğin diğer adı; Dinler Arası Diyalog - Fethullah Gülen
Hıristiyanlığı yaymanın, misyonerliğin diğer adı; Dinler Arası Diyalog - Fethullah Gülen |
"Ne Hıristiyanlar, ne de Yahudiler, sen onların dinine uyuncaya kadar senden asla hoşnut olmazlar. De ki «Asıl doğru yol Allah'ın gösterdiği yoldur.» Sana gelen ilimden sonra eğer onların arzularına uyacak olursan, and olsun ki Allah'tan sana ne bir dost, ne de bir yardımcı olmaz."
(Bakara 120)
Dinler Arası Diyalog Maske, Gaye Misyonerlik.
Peygamberimizin (sav) gelmesinden bu yana geçen 1421 yıl içinde Müslümanlar ile diğer din mensupları arasında sürekli çatışmalar yaşanmış ve bu uğurda belki de milyonlarca insan hayatını kaybetmiştir. Bunun sebeplerinin başında Hıristiyan ve Yahudilerin bağnaz tutumları ve hakka karşı düşmanlıkları gelmiştir. Bu düşmanlık tarih içinde bazen yavaşlayıp bazen hızlansa da, hiçbir dönemde bitmemiş ve bir hak batıl mücadelesi olduğundan, bundan sonra da bitmeyecektir.
İslam 1400 yıldır Diyalog Diyor!
İslamiyet, evrensel mesajını insanlığa ulaştırmak için bütün güzel yolları denemiş, irşad ve tebliğ adına açılabilecek kapıları açmış ve insanlığa çağrıda bulunmuştur. Ancak ne kadar hazindir ki, ister Hıristiyanlar isterse de Yahudiler tarih boyunca bu güzel çağrıya müspet cevap verme yerine, hep kuvvet kullanmaya kalkmış ve ellerinden geldiği nispette de İslamiyet’i ve bahusus Müslümanları yeryüzünden silmek için çalışmışlardır.
Bu çerçevede sadece savaşmakla kalmayıp, çok geniş bir alana yayılmış çeşitli faaliyetleri ile de gayelerine ulaşmaya çalışmışlardır. Bu dün böyle olduğu gibi bugün de böyledir ve batıl tarafında olanlar Hakk'ı yok etmek olan gayelerinden hiçbir zaman vazgeçmemişlerdir. Ancak tarih boyunca mücadelenin şekli değişmiştir ve Hıristiyanların geliştirdikleri metodların başında da "misyonerlik" gelmektedir.
Dünyayı Hıristiyanlaştırma Hareketi
2000'li yıllara girdiğimiz şu günlerde Hıristiyanların misyonerlik çerçevesi içinde, bundan kırk yıl önce geliştirdikleri bir metodun yansımaları ile bir kez daha karşı karşıya kalmış bulunuyoruz. İslamiyet’i yok edemeyeceğini anlayan Hıristiyan misyonerler, 14 yüzyıllık tutumlarını farklı bir versiyona taşıyarak, 1962-1965 yılları arasında toplanan 2. Vatikan konsilinde aldıkları bir kararla Müslümanlara diyalog çağrısında bulunmuştur. Katolik Kilisesinin en yetkili şahsiyetlerinden iki bine yakın delege piskopasın iştirakiyle toplanan konsilin esas meselesi, 20. asrın sonlarında, dinlerinden oldukça uzaklaşmış bulunan Hıristiyan alemini, yeniden Hıristiyanlaştırma çarelerini aramak olmuştur.
Bu çerçevede Papa, 6. Paul tarafından 1964'de "Gayr-ı Hıristiyanlara Mahsus Daire Başkanlığı" kurulmuş ve aradan geçen kırk yıla rağmen bıkmadan usanmadan hedeflerine ulaşmak için çalışmıştır.
Vatikan Türkiye'ye El Atıyor
Uzun müddet Türkiye'den kendileri ile diyalog kuracak birilerini bulamayan Vatikan, 1990'lı yılların sonunda ülkemizde özellikle sivil toplum kuruluşu alanında isim yapmış bulunan Fethullah Gülen cemaati ile dirsek temasına geçmiş ve o günden bu yana da "Diyalog ve Hoşgörü" adı altında çeşitli faaliyetler yapılmıştır. Bu çerçeve de Fethullah Gülen Papa ile görüşmüş, Yazarlar ve Gazeteciler Vakfı'nın organizesi ile bazı Hıristiyan ve Yahudi din adamlarını bir araya getirerek "Hoşgörü ve Diyalog" amaçlı toplantılar düzenlenmiş ve en sonunda da Harran'da Hz. İbrahim (as) adı kullanılarak "kültürlerarası diyalog" adı ile bir organize yapılmıştır.
Bunu takip eden günlerde DİB'da modaya uyarak, "Uluslararası Avrupa Birliği Şurası", adı altında çeşitli Hıristiyan ülkeler ve Türkiye'den yüz elli insanı bir araya getirmiştir. Her iki toplantının yapısına kısa bir göz attığımızda, "Diyalog ve Hoşgörü" maskesi altında Hıristiyan misyonerlerinin nasıl faal bir biçimde çalıştıkları hemen göze çarpmaktadır.
Özellikle Harran'da yapılan toplantıda "İbrahimi Dinler, Küs kardeşlerin barışması, üç semavi dinin mensupları" gibi kavramların kullanılması, yapılan faaliyetlerin nerelere hizmet ettiğini ortaya koymaktadır. "Ancak Müslümanın müslümanın kardeşi" olduğu gerçeğini unutan, "Allah katında din İslam" iken bunu "üç semavi din"e çıkaran, "İbrahimi dinler” tabiri ile Hıristiyanlık ve Yahudilik adıyla insanlarca oluşturulan dinleri semavi yapan bir toplantının herhalde İslam’a hizmet etmediği çok açıktır.
Maksat Kafa Karıştırmak mı?
DİB tarafından organize edilen toplantının tartışma konularına baktığımızda da kimin karlı çıktığını görmek mümkündür. Zira yapılan tartışmaların çoğunun İslam hakkında zihinlerde şüphe bırakacak nitelikte olmaları bunun göstergesidir. Çorum İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hasan Onat'ın "14 asırdan beri gelen din anlayışı, tarihi birikime dayalı din anlayışıdır", "Bizim din anlayışımız, fıkha endeksli din anlayışıdır. Bunun üstesinden gelmek, bunu aşmak lâzımdır", "Hadisler beşeri kategoridedir" şeklindeki beyanları ve Doç.Dr. Şahin Filiz'in, "Hadisler başımızı ağrıtıyor" sözü buna gösterilecek örneklerdendir. Dr. Andrew Mango'nun Onat ve Filiz'in zihinleri bulandıran açıklamalarını takdirle karşılaması ise, toplantının hangi maksatlarla yapıldığını ortaya koymaktadır.
DİB ile İlahiyat Dekanı
Vermiş olduğu, "Başörtüsü Allah'ın emridir" fetvası, sistem tarafından hiçe sayılan DİB, bu durum karşısında suskunluğunu korurken, Türkiye'nin AB'a girme sürecinde siyasi kimliğe bürünerek anahtar rol oynamaya soyunması ve "İran'da casusluk yapan İsrail'li ajanların kurtarılmasına” aracılık yapmasının zihinleri bulandırdığı açıktır. DİB, Yahudi ve Hıristiyanlarla diyaloğa geçmeden önce Türkiye içinde, (neredeyse her biri getirdiği yorumlarla yeni bir din ortaya koyan) cemaatlerle diyalog kurup, kangren hale gelen dini meseleleri çözse daha iyi bir faaliyet yapmış olmaz mı?
Ayrıca kendisi İlahiyat Fakültesi Dekanı olmasına rağmen, okuluna başörtülü öğrencileri sokturmayan birinin, diyalog adı altında Hıristiyanlarla bir araya gelmesi neyi ifade eder ki? Eğer diyalog meselesinde samimi ise, Hıristiyan ve Yahudilerle kurdukları diyaloğun bir kısmını da içinde bulundukları sistemi elinde tutanlarla kurup, yıllarca süren başörtü zulmünü ortadan kaldırmaları daha gerçekçi olmaz mı?
Kimse Kendini İslam İle Aynileştiremez
Şüphesiz dinlerin mensuplarının bir araya gelmesi dünyanın barış ve huzur içinde yaşamasına büyük katkı sağlayacaktır. Bu hususta diğer dinlerin salikleri ile diyaloğa girmede hiçbir beis yoktur. Zira dinimizin bir emri olan İslamiyet’i tebliğ etmek için karşı tarafla diyaloğa geçmemiz bizim için adeta "olmazsa olmaz" bir şarttır. Ancak bu diyalogdan maksat, asla tebliğ gayesini aşmaması gerektiğini de yine bize telkin eden dinimizdir.
Ancak ille de barış ve huzur içinde yaşayacağız diye inançlarımızdan taviz vermenin, dinimizin orijinalliklerinden vazgeçmemiz gerektiği hezeyanını da hiç kimse söyleyemez. Herkes kendi adına istediği ile diyalog yapmaya ve onların yaptıkları ne olursa olsun hoş görmeye hakkı vardır. Ancak bunu İslamiyet adına yaptıklarında, İslam'ın müntesibi olanların söyleyecek sözü olduğunu asla unutmamaları gerekir. Zaten "Hoşgörü ve Diyalog" adı altında gayesi ne olduğu belli olan toplantıların bizi ilgilendiren yönü de burasıdır. Hiç kimse kendini İslam ile aynileştirerek, başkaları ile ilişkiye veya günümüz moda tabiriyle "diyalog"a giremez. Çünkü böyle bir yetki hiç kimseye verilmemiştir.
Hoşgörüde Ölçü Kur'an ve Sünnet
Kur'an bir gerçeğin altını çizerken, "Ne Hıristiyanlar, ne de Yahudiler, sen onların dinine uyuncaya kadar senden asla hoşnut olmazlar. De ki «Asıl doğru yol Allah'ın gösterdiği yoldur» Sana gelen ilimden sonra eğer onların arzularına uyacak olursan and olsun ki Allah'tan sana ne bir dost, ne de bir yardımcı olmaz." (Bakara 120) buyurmuş ve bizden girilecek diyaloglar da uyanık olmamızı istemiştir. Zira insanların aldanmaları tehlikesi her zaman vardır ve bu değişmez bir yasadır. Hıristiyan ve Yahudi karakterini tahlil eden bu ayeti unutan saf Müslümanların bu tehlikeli duruma düşmeleri her zaman mümkündür.
Peygamberimiz de (sav) aynı tehlikeye dikkat çekerken şöyle buyurmuşlardır: "Sizden öncekilerin yolunu adım adım, karış karış izleyeceksiniz. Eğer onlar sürüngen deliğine girse, siz de gireceksiniz. ‘Ey Allah'ın Rasulü, Yahudilerin ve Hıristiyanların yoluna mı?’ diye sorduk. Başka kim olacak, dedi." (Buhari, Müslim, İbn Mace)
Bugün ülkemizde yapılan faaliyetlerde de zikredilen tehlike mevcuttur ve "Diyalog-Hoşgörü" gibi kavramlar maskesi altında yapılan misyonerlik faaliyetlerinden zarar eden maalesef hep müslümanlar olmaktadır. Zira ayetin bildirdiği üzere ne Hıristiyanlar ne de Yahudiler onların dinine uyuncaya kadar bizlerden hoşlanmayacaklardır. Yahudi ve Hıristiyanların kendileri ile diyalog kuranlara "dost" görünmesi de misyonerliklerinin bir gereği olan tam bir takiyyedir. Zira misyonerlerin tarih boyunca yaptıkları faaliyetlere baktığımızda nasıl aldatıcı bir kılığa girdikleri açıktır. Bugün yapılan diyalog toplantılarında da Hıristiyan ve Yahudiler aynı aldatıcılık ile davranmakta ve hatta neredeyse dinlerini inkar edecek seviyeye bile çıkmaktadırlar. Harran'da yapılan toplantıda zikredilen sözlere baktığımızda bunun tipik bir yansımasını görmekteyiz. Vatikan temsilcisinin konuşmasına "besmele" ile başlamasını buna bir misal olarak gösterebiliriz.
Bugün ülkemizde yapılan faaliyetlerde de zikredilen tehlike mevcuttur ve "Diyalog-Hoşgörü" gibi kavramlar maskesi altında yapılan misyonerlik faaliyetlerinden zarar eden maalesef hep müslümanlar olmaktadır. Zira ayetin bildirdiği üzere ne Hıristiyanlar ne de Yahudiler onların dinine uyuncaya kadar bizlerden hoşlanmayacaklardır. Yahudi ve Hıristiyanların kendileri ile diyalog kuranlara "dost" görünmesi de misyonerliklerinin bir gereği olan tam bir takiyyedir. Zira misyonerlerin tarih boyunca yaptıkları faaliyetlere baktığımızda nasıl aldatıcı bir kılığa girdikleri açıktır. Bugün yapılan diyalog toplantılarında da Hıristiyan ve Yahudiler aynı aldatıcılık ile davranmakta ve hatta neredeyse dinlerini inkar edecek seviyeye bile çıkmaktadırlar. Harran'da yapılan toplantıda zikredilen sözlere baktığımızda bunun tipik bir yansımasını görmekteyiz. Vatikan temsilcisinin konuşmasına "besmele" ile başlamasını buna bir misal olarak gösterebiliriz.
Hoşgörü Vardır Ama!..
Müslüman elbette hoşgörü sahibidir. Çünkü Peygamberimiz (sav) bir hoşgörü abidesi idi. Taif'te kendisini taşlayan kafirlere bile beddua etmemişti. Mekke'nin etrafında kurulan panayırda, İslam'ı tebliğ için bir çadırdan defalarca kovulmasına rağmen yine gitme cesaretini ve tebliğciliğini göstermiştir. Zaten İslam'da esas olan korkmadan müjdeleyerek tebliğ yapmaktır.
Medine sözleşmesi de Müslümanlarla gayr-i müslimlerin hukuki birlikteliğine en güzel örnektir ve bir arada yaşama realitesinin en güzel ispatıdır. Biz müslümanlarla gayri müslimlerin konuşma,
yaşama ve sosyal münasebetlerine itiraz etmiyoruz. Ancak İslam'da hoşgörünün ölçüsü, Allah'ın hoşgördüklerini hoşgörmek, hoş görmediklerini de hoş görmemektir. Bu hususta hâşâ Allah'tan(cc) daha merhametli görünmek bir sapkınlıktır.
Diyalogun Maksadı Tebliğdir
Peygamberimizin diğer dinlere mensup olanlarla ilişkileri tamamen tebliğe dayaIıdır. Tebliğ çizgisinin kararlılığı ve zorunluluğu asla taviz verilmeyen temel bir direk olarak kalmıştır. Bu gaye ile bazı kral ve hükümdarlara gönderilen elçiler İslam'ın evrensel mesajını, eğip bükmeden, korkmadan, ürkmeden, herhangi bir dünyevi menfaat düşünmeden, başları dik olarak ve tavizsiz iletmiştir. Zaten buna İslamiyette genel olarak "Emr-i bil maruf nehyi anil münker" denmiştir.
Bu sadece Peygamberlerin değil aynı zamanda bütün Müslümanların da bir görevidir. Peygamberimiz (sav) yaşadığı devirde Müslümanları, Yahudi ve Hıristiyanlara benzemekten kurtarmak için bir "Müslüman kimliği" oluşturmaya gayret etmiş ve Müslümanları bu iki cepheden gelebilecek tehlikelere karşı daima uyarmıştır. Bu konuda Efendimizin hayatına baktığımızda, aldığı ilk tedbir Müslümanların onlarla düşüp kalkmasının, dostluk kurmasının önüne geçmekti. Bu hususta aldığı tedbirlerin başında da ehl-i kitaba benzememek (teşebbüh) konusundaki tavrı olmuştur. En ince ayrıntılara kadar varan bu tedbirler sayesinde Müslümanlar ehl-i kitap kanalıyla gelen tehlikelerden uzun müddet uzak kalmış, ne zamanki prensipler uygulama sahası bulamayınca da bozulmalar birbiri ardını takip etmiştir. Cenab-ı Hak da indirdiği ayetlerle Peygamberimizin Müslüman şahsiyet oluşturma teşebbüslerini desteksiz bırakmadı: "Ey inananlar! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirinin dostudurlar. Sizden kim onları dost tutarsa, o onlardandır. Şüphesiz Allah zalim topluma hidayet etmez."
Cuma Dergisi
12-18 Mayıs 2000
Sayı:498