Sizin yolunuz yol, liderleriniz lider değil ey İBDA'cılar!
Necip Fazıl Kısakürek, Salih Mirzabeyoğlu, Salih İzzet Erdiş, |
Bu kadar okumuş araştırmış, bu kadar kitap yazmış, bu kadar fikir çilesi çekmiş Salih Mirzabeyoğlu (Salih İzzet Erdiş), nasıl olmuş da Necip Fazıl Kısakürek'in gerçekte kim olduğunu anlayamamış? Üstelik Necip Fazıl'ı sağlığında görmüşken ve onunla aynı dergide yazılar yazmışken?
Necip Fazıl'ın bencilliğini, egosunu, hırslarını, paraya tamahını, kumarbazlığını, yazılarında atıştığı Solcu-Komünist takımı ile gerçek hayatta canciğer kuzu sarması olduğunu, yazılarındaki Necip Fazıl ile gerçek Necip'in hiç alakası olmadığını, beş vakit namazını bile kılmadığını.. Hizmet için kendisine verilen paraları kumarlarda harcadığını... Daha saymakla bitmez türlü türlü olumsuzlukları nasıl görememiş?
Nasıl olmuş da bütün bunlara rağmen onu çok büyük bir üstad bilebilmiş? Nasıl olmuş da onun açtığı havalı civalı, beylik laflarla, megalomanik tavırlarla kurulmuş yolu devam ettirmek istemiş?
Onun peşine takılıp hem kendini hem gençleri perişan etmiş?
Bu kadar teferruatı öğrenene kadar, kitaplarında yakazadan bahsedene kadar fıkhın temellerini öğrenseymiş ya Salih?
Kim fetva vermiş böyle fitne usulü ile, kendi kafana göre, küçücük grubun ile koca memlekette güç kullanmaya? Oturduğun yerden dünyayı kurtarmaya?
1999 yılında dergilerinin kapaklarında "99 ümmetin kurtuluşu olacak. Büyük Doğu ideali gerçekleşecek." diye başlık atıp duruyorlardı. Üniversitedeydim o tarihte. Arkadaşlarım vardı bu yolun yolcusu olan. Onlara dedim ki o zaman,
"Sizin yolunuz yol değil. 99 da ümmeti geçtim, bu memleketi kurtarın yeter."
Ama öyle bir bağlanmışlar ki gel de caydır.
Sonra:
"Siz idareyi ele alsanız ne olacak ki? Bu millet İslami idareyi istemiyor ki? Ayrıca sizin elinizde İslam alimi, hoca, kadı, kazasker, şeyhülislam, Müslümanca yaşayıp vazifesini yapacak memur dahil hiç ama hiçbir şey yok. Neyi nasıl tesis edeceksiniz?"
dedim diye bana kızdılar.
Sonra bir tuşa basıldı, hepsini elleriyle koymuş gibi topladılar. Sonra da baktım biraz sıkıyı görünce, içeriyi görünce, kafalarını taşlara vurur ah ederler ve içinde bulundukları hayal aleminden çıkarlar mı diye... Ama nerede...
Pisi pisine üç beş Sabetayiste, üç beş aptala oyuncak oldular. Kurban oldular. Bunun adı cihad falan değil, rezillik...
İslam dini her meselede hükümler koymuş ve gayr-i İslami bir idarede yaşayan mü'minlerin hangi konularda nasıl hareket etmesi gerektiğini de belirlemiş. Bu alemde pek çok peygamberler bile illa kuvvet kullanıp, illa idareyi ve idareciyi ele almak gayretine girmemiş. Geçtik bunu, gerektiğinde susup tebliği bile kesmişler. Bizim peygamberimiz bile on üç yıllık Mekke yaşamı boyunca, gayr-i İslami idarelerin altında yaşayan Müslümanların nasıl hareket etmesi gerektiğini sünneti ile göstermemiş mi? Bunlar Dar'ül Harb fıkhı diye bir araya toplanmamış mı? Yakazayı öğrenen Salih Mirzabeyoğlu, bu bilgilere hiç denk gelmemiş mi?
Çok iyi hatırlıyorum, bu nursuz, feyzsiz yola mensup arkadaşların hepsinin bu hususta tek bir bahanesi vardı. O da "Bir kötülüğü gördüğünüzde bunu eliniz ile düzeltiniz. Buna gücünüz yetmez ise diliniz ile düzeltiniz. Buna da gücünüz yetmezse kalbiniz ile buğuz ediniz ki bu, imanın en düşük mertebesidir." hadis-i şerifi...
Kendilerince muhaddis/hadis alimi olup istedikleri gibi mana çıkartıyorlardı bu hadis-i şeriften...
Oysa burada kastedilen mana onların anladığı, anlamak istediği gibi değildi. Bir kötülük, yanlışlık, zulüm varsa bunu İslam devlet otoritesi düzeltecek. El ile düzeltmekten kasıt bu, kuvvet kullanmak... Ve kuvvet kullanma yetkisi sadece İslam devletine ait. Fert fert ya da küçük gruplar halinde Müslümanlar kendi kafalarına göre, istedikleri gibi kuvvet kullanamazlar. Kendileri yargılayıp, hükme bağlayıp, kendileri infaz edemezler. Bunun adı cihat değil fitne olur. Herkes kendi yargılayıp kendi infaz etmeye başlar. Ortalık fitneye teslim olur.
Aynı anda bu münkere/kötülüğe alimler nasihatleri ile mani olacak ve halk tabakası da bu kötülüğe rıza göstermeyip kalpleri ile buğuz edecek. Bu kötülüğü çirkin görecek.
Gayr-i İslami idarede yaşarken Müslümanların devleti, siyasi otoritesi olmadığı için, İslam devleti kurulana kadar Müslümanlar bu kötülüğe karşı kuvvet kullanmayacaklar. Hiç okumadı mı Salih, Dar'ül Harpte had ve tazir cezalarının bile tatbik edilmediğini? Halbuki bu yakazayı falan öğrenmekten/anlamaktan daha kolaydır ve binlerce kere daha temel/zaruri bilgidir. Yine darül harpte bu kötülüğe alimler (o da imkan bulabilirlerse) nasihat ile mani olacaklar. Bulamazlarsa onlar da susacaklar. Böyle bir küfür devletindeki sade Müslümanlar da bu kötülüğe buğuz edecek ama yine de gücünün yetmediğine kalkışmayacak. Zira kimse gücünün yetmediği ile yüklenmedi dinimize göre... Bu durumdaki bir veya birkaç Müslüman kendini aynı anda hem amir/devlet, hem alim hem de avam sınıfında görmeyecek.
Bir fikrin, bir ideolojinin, bir akıl ürününün mücadelesini verenlere sözüm yok. Ama birileri meydana çıkıp tek İlahi din olan ve akıla değil nakile dayanan İslam adına ve sırf Allah rızası için hareket ettiklerini iddia ediyorlarsa kendi fikirlerine ve mantıklarına göre değil, İslam'ın hükümlerine göre hareket edecekler. İslam'ın kaynağı olan Kur'an ve Sünneti de kendi fikirlerine göre açıklayıp kabul etmeyecekler, ehli sünnet alimlerinin, İslam büyüklerinin izah ve fetvalarına göre kabul ve tatbik edecekler.
Şairler şairliğin, mütefekkirler mütefekkirliğini, münevverler münevverliğini bilecek ve kendilerini en büyük ulemadan zan edip her konuda fikir ve kalem kullanmayacaklar. Fitne çıkartmayıp hem kendilerini hem de peşlerinden gidenleri zor durumlara düşürmeyecekler.
En azından şu saatten sonra, samimi ehli sünnet Müslümanları bu nursuz yolun peşine takılmasınlar. Boş yere kendilerini de davayı da zora sokmasınlar.
| Mehmet Fahri Sertkaya