Header Ads

Kadir Mısıroğlu'nun kafasına göre yaydığı yalan yanlış bilgiler ve Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) | Mehmet Fahri Sertkaya

hareket ordusu, Kadir Mısıroğlu, Mehmet Fahri Sertkaya, Rabıta, sultan II. abdülhamid han, süleyman hilmi tunahan, tarih, Tasavvuf, tasavvuf büyükleri, ali eren, İmam-ı Rabbani,


Önce Kadir Mısıroğlu'nun 16 Eylül 2011'de, resmi Facebook sayfasında yayınladığı, yanlış bilgiler ve yorumlar içeren yazını alıntılıyoruz: 

BİR MAZLUM PADİŞAH SULTAN II.ABDÜLHAMİD HAN 
( 19. DİPNOT ) - Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri

Biz şahsen Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) Hazretleri’nin Sultan II. Abdülhamid’i senâ eden pek çok beyânını, O’nun yakınlarından ve damadı olan Kemal Kacar Bey’den naklen ve defaatle dinlemişizdir ki, bunlardan bir-ikisini nakledelim:

Süleyman Hilmi Tunahan, Şeyh Sirâceddin Hazretleri’ne mensubiyetinden dolayı müridlerine Sultan Abdülhamid Han’ı her vesîle ile medh u senâ eder ve:



“-O, sizin mânen amcanız mesâbesindedir!..” dermiş. Buna bir de şunu ilâve edelim:

Süleyman Efendi Hazretleri’nin “Tesbihçi Dede” denilmekle meşhur olan yetişmiş bir müridi vardı. II. Meşrûtiyet’in ilânı sırasında Sultanahmed Meydanı’nda yapılmakta olan şenliğe gidip bakmak istemiş. Süleyman Efendi, kendisine:

-Olur, git, bak!.. Ama üzüleceksin. O şamatacıların en önünde Hızır aleyhisselâmı göreceksin!..” demiş ve ilâve etmiş:



“O büyük velî (yani Sultan Abdülhamid) baş rolde Hızır (a.s.)’ın olduğuna vâkıf bulunduğu için Selânik’ten gelen “Hareket Ordusu”na karşı kılını kıpırdatmamıştır.
Şâyân-ı hayrettir ki, kendisinin en yakını olan bir kimseden (Kemal Kaçar), Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri’nin bu beyânına muttalî olduktan az bir müddet sonra bu gerçeğin o büyük Sultan tarafından da aynen ve yazılı olarak ifade edilmiş olduğunu hayretle öğrendim, şöyle ki:

1960’lı yıllarda Serencebey’de Mazhar Paşa Sokağı’nda oturuyordum. Burası Şeyh Zâfirî Tekkesi’ne çok yakındı. Arada sırada sabah ve yatsı namazlarına, aslında bir Şâzelî Tekkesi olan Ertuğrul Câmii’ne giderdim. O sırada Beyrut ve Şam’da giriştiği bir ticâretten muvaffakiyetsizliğe uğrayarak İstanbul’a dönmüş bulunan Halil Zâfir, bu câmiin hemen yanıbaşındaki Şeyh Zâfirî Konağı’nda münzevîyâne bir hayat yaşıyor ve beş vakit bu câmi-i şerife devam ediyordu. Burada ahbap olduk. 

Bazı yatsı namazlarından sonra beni konağa dâvet eder, Sultan II. Abdülhamid merhumun Yıldız Sarayı’ndaki marangozhânesinde imal edilmiş olan eşyâlarla lebâleb dolu olan bir salonda uzun uzun sohbetlere dalardık. Bir gün Halil Bey, konağın üst katına çıkarak hasırdan mâmul bir zenbille döndü. Bunun içi, Sultan II. Abdülhamid Han tarafından Şeyh Zâfirî Efendi’ye, O’nun vefâtından sonra da oğullarına yazılmış olan mektuplarla doluydu. Bunları tetkik ederken bir mektup, hayretimi mucip oldu:

Halil Bey, Şeyh Zâfirî’nin ondört evlâdından birinin oğluydu. O’nun söylediğine göre, dedesinin vefâtından sonra Padişah, babası ve amcalarını huzuruna çağırarak:

“-Babanızdan sonra kime râbıta yapacağınızı merhum Şeyh Hazretleri size söylemiş miydi?” diye sormuş. Onların da:
“-Hayır!..” cevabını vermeleri üzerine:

“-Rabıtayı bana yapacaksınız. O’nun yerine ben tâyin olundum. Size söylemiş olması lâzımdı.” demiş.

Bundan dolayı Şeyh Zâfirî’nin evlâtları her vesile ile Sultan’ı ziyârete giderler ve O’nunla temâsı kesmezlermiş. Padişah, aynen Şeyh’inin sağlığındaki gibi her Ramazan mutlaka bir kere bu konağa iftara gelirmiş. O gelmeden önce de konağa, saraydan tabla tabla yemekler gönderilirmiş. Bunları anlatan Halil Zâfir, Padişah’ın zaman zaman babası ve amcalarını, eski tâbirle “berâ-yı mâlumât” bazı şeylerden mektupla haberdar edermiş. Hasır zembilde beni hayrete düşüren mektuplardan biri de bu mâhiyette idi. Mektubu, birlikte tekrar tekrar okuduk. Saltanatının son zamanlarında yazıldığı anlaşılan bu mektupta Sultan diyordu ki:



Evlâtlarım!.. Hareket Ordusu’na karşı bir şey yapmadığımdan dolayı bazıları hakkımda itâle-i kelâmda (sözlü tecâvüzde) bulunurlarmış. Sakın siz, böylelerine kapılmayın. Evet, ben o güruh karşısında hareketsiz kaldım. Çünkü onların en ön safında Hızır –aleyhisselâm-’ın yürüdüğünü gördüm ve anladım ki, ne olacaksa olacaktır. Bu bir kader icabıdır. Karşı çıkıp ibâdullâhın kanlarının heder olmasına sebep olmak istemedim.”

Halil Zâfir Bey’den, bu mektubu bana vermesi için pek çok ricâda bulundum.

“- Bunların hepsini sana vereceğim, sabret!..” dedi. 

Hakikaten o sırada, sanki ölümünü hissetmişcesine bazı tasfiye hareketleri yapıyordu.

Ertuğrul Câmi-i Şerifi tekke iken üst katında zengin bir kütüphâne varmış Tekkelerin kapatılmasından sonra burasını ilk mektep yapmışlar. Halil Bey’in babası da kitapları, konağın üst katına taşımış. Halil Bey, bu sırada bazı yazma Kur’ân-ı Kerîm’lerle birlikte nâdide eserleri Topkapı Sarayı’na götürüp teslim etmişti ki, aldığı makbuzları bana da göstermişti. 

Bu arada bana da zaman zaman tarihle ilgili bazı kitaplar veriyor, mektupla ilgili talebimi ise:



-Kütüphâneyi tasfiye ediyorum; evrak kısmını sana vereceğim. Biraz sabret!..” diyordu.

Ne yazık ki, kısa bir müddet sonra vefat etti. Geride meczûbe bir hanım bıraktı. Esâsen evlâdı yoktu. Bu kadına lâf anlatıp zikri geçen mektubu elde etmek için vâkî mürâcaatlarım boşa gitti.

Sultan II. Abdülhamid merhumun şu beyânıyla zâhir olan kalb gözü açıklığını kızı Ayşe Sultan da, şu sözleriyle teyid etmektedir:



“Babamın çok nasihatını aldım. Aklına her zaman hayran kaldım. Görüşü çok kuvvetli idi. İleriyi keşfedecek kadar keskin görüşlü idi. Kerâmet sahibi denilebilirdi. O zaman söylediklerinin hakikat olduğunu zaman bize isbat etti.” (Ayşe Osmanoğlu- a.g.e., sh. 154)

Yine Halil Bey’in sağlığında Nâmık Paşa’nın kızından aynı konakta bir keramet nakline de şâhid olmuşumdur ki, bunu da ileride nakledeceğim. (Kadir Mısıroğlu, Resmi Facebook sayfası, 16 Eylül 2011)

*****

Bu tür yalan yanlış bilgiler, çok sağlam bilgiler imiş gibi, ancak patlamış mısır ambarında bulunup millete sunulabilir...

KALEMİ ELİNE ALAN KAFASINA GÖRE YAZIYOR...

2. meşrutiyetin ilanı sırasında üstazımız Süleyman Hilmi Tunahan hazretleri sadece 20 yaşında ve halen medrese talebesi... Bu gerçek, zahmetsizce meydana çıkarılabilecek bir somut gerçek. Yani Mısıroğlu, sağdan soldan elde ettiği bilgileri -her gerçek tarihçinin yapması gerektiği gibi- önce bir teraziye koysa, her meselede objektif olmak gayretinde olsa ve sağlamalar yapsa da, her meselede kendi kabullenmek istediği gibi yalan yanlış bilgiler derlemese, bu yazı daha baştan biter.

Süleyman Hilmi Tunahan hazretlerinin o vakitte "Tesbihçi Dede" diye bir müridi yok. O vakitte hiç müridi yok. Manevi emaneti de almış değil. Tesbihçi Dede denilen zat-ı muhterem, Süleyman Efendinin mürşidi olan İbn-i Mevlana Siracüddin hazretlerinin talebesi-müridi...

Ayrıca, Sultan Abdülhamid Han'ın Hareket ordusuna karşılık vermemesi, şeyhi ibn-i Mevlana Siracüddin hazretlerinin "Evladım bu milet azaba müstahak oldu. Sen şimdi bu çapulcu ordusunu darmadağın edersin lakin bunlar toplanıp yine gelirler. İyisi mi tahtı terk et'' demesi nedeni ile... Başında Hızır aleyhisselam olması nedeni ile falan değil. Dahası, Yahudi merkezi ve gizli Yahudi merkezi Selanik'ten gelen ve adına Hareket ordusu denilen o ordu ezici çoğunluğu ile Sabetayist hainlerden, masonlardan ve dağa çıkmış Bulgar eşkıyalarından toplama bir ordu idi. Hızır aleyhisselam kardeş kanı dökülmesine mani olacak olsa;

- Gelen ordu ekseriyetle gayri müslimlerden ve hatta kırılıp geçilecek eşkıyalardan oluşuyor.

- Hızır aleyhisselam bu ordunun başında gözükmek yerine zaten veli olan Abdülhamid Han'a gözükür. Ya da "Evladım müdahale etme. Daya yapabileceğin bir şey yok. Bu millet azabı hak etti.'' diye talimat veren devrin mürşidi ile birlikte görünür.

Kadir Mısıroğlu'nun, muhatap olduğu pek çok kişiyi de anlamak istediği kadar anladığını, kendisine çok asilce yardımcı olan Müslümanları yeterince anlamadığını, anlamak istediği kadar anladığını hatta bu zatları yeterince/gereğince anmadığını, böyle muhterem zatların başında da merhum Kemal Kacar'ın geldiğini daha önceki yazılarımda misalleri ile anlatmıştım. Mesela, son yıllardaki yayınlarımız ile gerçek yüzünü gözler önüne serdiğimiz ve adını patlamış mısıra çıkarttığımız bu çakma üstadın, en çok övündüğü, Rıza Nur'un Hayat ve Hatıratım isimli eserini basmasını sağlayan ve 32 bin lira gibi çok ciddi miktarda para desteği veren Kemal Kacar'ı, vefanın gereği olarak yeterince andığını söylemek de mümkün değil.

Patlamış mısır çakma üstad Mısıroğlu, merhum Kemal Kacar'dan gereğince istifade edebilmiş olsa, Süleyman Efendi'den önceki hakiki mürşid-i kamil olan ibn-i Mevlana Siracüddin hazretleri zamanındaki olayların perde arkasına da, Süleyman Efendi hazretlerinin manevi vazifeli olduğu zamanda dönen olayların perde arkasına da, kimsenin uydurma hatıralarına ve hiçbir zaman elde edilemeyecek uydurma mektuplarına bakmak ve peşinde koşmak çilesi çekmeden vakıf olabilirdi. 




Sultan Abdülhamid Han'ın devrin hakiki mürşidi kamili olan Mevlana Siracüddin hazretlerine intisap etmeden önce, hakiki mürşidi kamili arayarak pek çok tarikata girdiği gerçektir. Lakin bunların tamamından daha sonra uzaklaşmıştır. Bir takım mektuplar hatta hediyeler bile olabilir bu süreçte... Ama "Babanız-şeyhiniz vefat etti. Artık bana rabıta yapacaksınız" dediğine ve buna inanıp aktaran patlamış mısıra, tasavvuf yolunun çocukları bile sadece gülüp geçerler. Tarikatın, tasavvufun, mürşidin, müceddidin, kutbun, kutbul aktabın, divan-ı salihin'in v.b. makamların ve tabirlerin ne demek olduğunu asgari seviyede ve doğru şekilde öğrenebilmiş biri bu uydurmaları asla yazıp hayırlı bir şey yapıyormuş gibi görünüp bu sahalarda oluşmuş yangına körükle gitmez. Bunun da dehşet bir vebali vardır. Buna İmam-ı Rabbani hazretleri "yol kesmek" diyor. Ama Kadir Mısıroğlu, gazeteci Ali Eren ile olan bir münazarasında, kaynak olarak İmam-ı Rabbani hazretlerini ve mektubatını gösteren Ali Eren'e, imam-ı Rabbani hazretlerini kastederek "Hoca! Sen de şu adamı bir karıştırma" diye karşılık verebiliyor. 

Bu yazısındaki gibi yalan yanlış bilgiler, bu tarz uydurmalar, bu şekilde işine geleni, ispat edemediği halde hemen kesin doğrular gibi yazıp, işine gelmeyen yüzlerce ciddi husustaki ispatı bir ömür görmeyen hareket tarzı, anca patlamış mısır ambarının üstadında bulunur. Anca,  son günlerdeki ispatlı tenkitlerimiz ile iyice patlamış mısıra döndürdüğümüz Kadir Mısıroğlu'nun imalathanesinde bulunabilir. Nazım Kıbrisi gibi hain bir şarlatanı, şeriatın en meşhur hükümleri ile bile alay edip dalga geçen ve yığınları sonsuz felakete sürükleyen bir sahtekarı, peşine takip cehenneme sürüklediği on binlerce müslüman ile dalgasını geçen bir sahtekarı, bütün melaneti meydanda olduğu halde hala Allah dostu diye tanıtan Kadir Mısıroğlu'nun, üstazımızı ve Abdülhamid Han Amcamızı bu şekilde anlatması yadırganacak bir durum değil. Gayet tabii ve kendisinden beklenecek bir davranış tarzı... 





Blogger tarafından desteklenmektedir.