Haccac, zalim değil alimdi. Hiç kimseye zulüm etmedi.
Cellaat! Buraya gel, vur bu sahtekarın kafasını!
HACCAC-I ÂLİM’İN ADÂLETİ
Haccâc-ı âlim, Emevîlerin Bağdad valisiydi. Tarihte zulüm gibi görünen, çok keskin adaleti ile şöhret sahibi olmuş bulunan bu adam dehâ derecesinde zeki bir kimseydi.
Hatta devrinde müslümanlaşmış gayr-i Arap unsurların Kur’ân-ı Kerim okumaktaki güçlüklerini görerek onun metnini harekelendiren kişidir.
Yaptıklarının zulüm olduğunu iddia eden kişiler, gelip nasihat etsin diye anasına şikayet etmişler. O da Haccâc-ı âlim’e giderek:
“- Oğlum! Neden böyle herkese zulmediyor, önüne geleni asıp kesiyorsun? Bu işten vazgeç. Islâh-ı nefs et!.. Hem tarihe kötü bir nâm salacaksın, hem de huzûr-ı ilâhîde akıttığın mazlûm kanlarından dolayı büyük bir mes’uliyet altına giriyorsun!..” dedi.
Haccâc-ı âlim birilerinin gelip kendisini anasına gammazladığını anladı ve:
“- Ana, sen bunu nereden biliyorsun, birileri sana gelip beni şikâyet mi ettiler?!” dedi.
Kadıncağız şikâyet edenleri söylese, onların da idam edileceğini düşünerek:
“- Hayır, asla!” diye cevap verdi. “Ben sağdan-soldan duyuyorum.” dedi.
Haccâc-ı âlim o sırada pencereden dışarıya baktı. Sarayın önünden geçmekte olan birini gördü. Elini çırpıp hizmetkârını çağırdı ve yoldan geçen adamı göstererek:
“- Şu adamı al, buraya gel!” emrini verdi.
Biraz sonra esnaf kılıklı birisi karşısında el pençe divan duruyor ve korkusundan tir tir titriyordu. Haccac elini onun omzuna attı:
“- Korkma dürüst biriysen benden sana zarar gelmez. Senle biraz konuşacağım. Konuşmamızı da şu anneme dinleteceğim!” dedi.
Adam:
“- Peki.” dedi ve biraz sakinleşti. Haccâc sordu:
“- Sen hangi millettensin?”
Adam kemâlî bir iftiharla:
“- Elhamdülillah müslümanım!..” dedi. Bundan sonra aralarındaki konuşma şu minval üzere devam etti.
“- Ne iş yaparsın?”
“- Zeytinciyim, pazarda zeytin alıp satarım.”
“-Güzel, bana Dünya ile âhireti mukâyese edebilir misin?”
“- Hayır, asla!.. Ben câhil biriyim. Beni okutmadılar. Böyle bir mukâyese âlimlerin işidir. Ben bunu yapamam.”
“- Canım, müslümanım!..” dedin. “Demek ki âhirete imânın var. Dünyanınsa içinde yaşıyorsun. Her müslümanın iman ettiği âhiret hakkında az-çok bir fikri olur. Buna göre böyle bir mukâyese yapabilmelisin. Namaz kılmıyor, oruç tutmuyor musun?! Âmentü’ye imânın yok mu?”
Adam cevap verdi:
“- Elhamdülillah âmentüye de imanım var, namaz da kılarım, oruç da tutarım. Ama böyle bir mukâyeseyi yapmak din âliminin işidir. Ben bunu yapamam!...”
Haccâc ısrar etti. Adam özür dilemeye devam etti ve baktı ki, eğri-doğru bir cevap vermeden kurtuluş yok:
“- Âhiret sonsuz, hayal edilemeyecek kadar uçsuz bucaksız bir âlem… Dünyâ ise onun yanında bir sineğin konup kalkması kadar basit. Yani basit bir ân meselesi…"
Haccac-ı alim:
“- İşte mükemmel bir tarif. Demek iman ettiğimiz âhiret sonsuz bir âlem, Dünya hayatı bir sineğin konup kalkması kadar basit. Yani basit bir ân meselesi!.. Bu demek değil midir ki, âhiret âleminin saadeti de, felaketi de sonsuz. Dünyâ âleminin saadeti de, felaketi de kısadır. Bir an gibidir. Öyle mi?”
“- Evet, öyledir efendim!”
“- Sen pazarda zentincilik yapıyordun değil mi?” dedi ve zeytinle ilgili her şeyi sordu. Fiyatından, Dünya’nın nerelerinde yetiştiğine; ne zaman çiçek açıp meyvesinin ne zaman olgunlaştığına, hangi cinslerinden yağ çıkarıldığına, bu yağın o cinsin ne kadarından ne kadar elde edileceğine kadar… sorduğu her suâle muhatabının yanlışsız ve tereddütsüz bir şekilde bülbül gibi cevap vermesi üzerine:
“- Ooo, çok iyi mesleğinin ehliymişsin ve bak zeytinle ilgili her şeyi ne güzel bildin!..” dedi ve ona dînî suâller tevcih etmeye başladı:
“- Namazın bir vacibini söyle!”:
“-…..”
“- Abdestin bir sünnetini söyle!”
“-……”
Adam bu minvâl üzere sorulan her suâle:
“- Efendim, arzetmiştim… Ben câhilim, beni okutmadılar, sağdan-soldan görüp öğrendiğim kadar dinimin emirlerini yerine getirmeye çalışıyorum.” dedi.
Suâller böyle uzayıp hepsi de karşılıksız kalınca Haccâc-ı âlim bağırdı:
“- Be adam, seni zeytinciliğin mektebinde mi okuttular. Zeytinle ilgili her suâle cevap verdin. Halbuki saadeti de, felaketi de sonsuz olan âhiret âleminde selamete ermek için o namazı, orucu… vs îfâ ediyorsun. Zeytinciliği ise, âhiret yanında bir an mesâbesinde olan Dünya hayatının rahatına ulaşmak için îfa etmektesin. Eğer biraz evvel söylediğin gibi âhiret sonsuz; felaketi de, saadeti de nihayetsiz olduğuna; onun yanında Dünya hayatının bir an gibi kısa olduğuna hakkıyla inanmış bulunsaydın, şu namazı-orucu, bu zeytini öğrendiğinden yüz kat daha fazla öğrenmez miydin?!”
Adam cevap veremeyip başını eğdi.
Haccâc ellerini çırpıp:
“- Cellat!..” diye bağırdı. Gelen cellada:
“- Al bu sahtekârın başını vur!..” diye emir verdi. Sonra anasına döndü.
“- Anacağım, ben böyle sahtekârların başını vuruyorum, bir itirazın var mı?” deyince annesi bir karşılık veremeden sükût etti.