Header Ads

Facebook'un gerçek sahibi CIA ve MOSSAD. İşte ispatları...



İnternette cirit atan pek çok gizli güce örnek olarak CIA'in operasyonları verilebilir. Kurduğu yatırımcı şirket vasıtasıyla dev internet ve teknoloji firmalarına ortak olan veya ilişkide olduğu insanları yerleştiren CIA, bu sayede dijital dünyada büyük bir kontrol gücüne ulaşıyor.Neredeyse bir milyar insan her gün Facebook'ta neyi sevdikle­rini, neler yaptıklarını, kimleri tanıdıklarını, nerelere gittikle­rini anı anına yayınlıyorlar. Gelecekteki planlan hakkında konuşuyor, işleri hakkında bilgi veriyor, ailesini, arkadaşları­nı, sevgilisini, duygularını ifşa ediyor, evinin, işyerinin adre­sini, otomobilinin plakasını veya evcil hayvanının fotoğrafını ka­yıt altına alıyorlar. Bu neredeyse, dünyadaki insanların yedide biri­nin, tüm yaşamının kaydını internete aktarması anlamına geliyor. Facebook da dünyada insanların kaydını tutan, en büyük kurum halline geliyor. Üstelik insanlık tarihi boyunca en büyük kayıt! Üs­telik tüm kullanıcılar bu kayıtları gönüllü oluşturuyor. Elbette, in­sanlar sosyal ağları kullanmanın böyle bir maliyeti olduğunu bile­rek bu konuda gönüllü oluyorlar. Facebook ve Google gibi dev in­ternet şirketlerinin bu verileri, kişisel reklamlar oluşturmak için ticari şirketlerle paylaştıklarını biliyorlar. Bu şirketlerin ayakta durması için reklam alması, reklam alabilmesi için de kullanıcıla­rın bazı verilerini paylaşmaları gerekiyor.

Peki ya, paylaşılan veriler sadece reklam amacıyla kullanılmı­yorsa? Ya Facebook'taki veya Twitter'daki ya da başka bir sosyal ağ­daki kişisel veriler kötü amaçlı insanların eline geçse? Örneğin, hükümetlerin ve gizli servislerin bu verileri ele geçirdiğini düşü­nün. Tarih boyunca, rakiplerini yok etmek için her türlü yolu kul­landığı bilinen bu kurumlar, aykırı sesler çıkaran muhalifleri sus­turmak hatta yok etmek için, sosyal ağlardaki gizli bilgilerini kulla­narak bu insanlara zarar vermez miydi?

Aslında kimse gizli bilgilerini gönüllü olarak gizli servislere ve hükümet ajanlarına vermek istemez. Ama internet sitelerinin bu­nu yaptığına dair çok önemli şüpheler var.

Facebook ve CIA bağlantısı!

Nisan 2006 yılında, Facebook henüz iki yaşını bile doldurmamış­ken, 27 milyon dolarlık dev bir yatırım desteği aldı. Bu yatırımı ya­pan firma ise Greylock Partners isimli bir yatırım şirketiydi ki şu anda da Facebook'un %10 hissesinin sahibi olarak adı geçiyor. Fir­ma aynı zamanda Silikon Vadisi'ndeki en önemli yatırımcılar arasında gösteriliyor. Facebook'un dışında, Linkedin, Instagram ve Dropbox'ta da önemli yatırımları bulunuyor. Bu şirketin en dene­yimli çalışanlarından biri Howard E. Cox. 40 yıldır yatırım piyasa­sında yer alan Cox, piyasada çok iyi bilinen bir oyuncu. Bugün o bir yatırım danışmanı olarak pek çok önemli yatırımcıyla ve internet/ teknoloji şirketiyle çalışsa da yetenekleri bununla da sınırlı değil. Çok önemli politik bağlantıları da bulunan Cox, 2009 yılına dek de ABD savunma bakanlığında, Pentagon'un "iş dünyasını kontrol eden kolunda görevliydi.

Bugün bile Cox, savunma bakanlığı ile organik bağlarını sürdü­rüyor. IN-Q-TEL şirketinin yönetim kurulunda olan Cox, bu şirket üzerinden yeni başlayan teknoloji şirketlerine yatırım yapılmasını sağlıyor. IN-Q.-TEL, henüz yeni kurulmuş ve ismi duyulmamış kü­çük teknoloji şirketlerine yatırım yapan bir firma. Portföyünde, biyometrik sistemler geliştiren teknoloji şirketleri gibi örnekler var. Ancak yatırım yaptıkları firmaların hepsi, CIA'in önem verdiği konularda çalışıyor. Çünkü IN-Q-TEL aslında CIA tarafından ope­rasyonlarda ihtiyaç duydukları ürünleri geliştirmek için kurulmuş ve bugün artık CIA'in iş dünyasındaki mali ve sanayi operasyonla­rım yürüten bir şirket konumuna gelmiş. Bu şirket sayesinde, CIA ihtiyaç duyduğu pek çok ürünün geliştirilmesi operasyonunu baş­ka şirketlere devredebiliyor. Akıllıca yatırımlar sayesinde, CIA sü­rekli yeni teknolojilerle donanmış bir gizli servis olarak etkinliğini sürdürmeyi başarabiliyor. Üstelik de bilim insanlarından oluşan dev bir orduyu işe almak zorunda kalmıyor.
CIA'in IN-Q-TEL sayesinde geliştirdiği ve sahip olduğu ürünlerden biri de Google Earth. Yani, dünyanın her köşesinin detaylı ve güncel dijital haritası! Bu dijital harita Google tarafından satın alınmadan önce Keyhole isimli bir yazılım firması tarafından ge­liştirilmişti. Keyhole ise IN-Q.-TEL tarafından finanse ediliyordu ve geliştirdiği dijital haritaların, CIA operatörlerinin dünyanın her yerinde kolayca operasyon yapmasına olanak sağladığını tahmin edebilirsiniz. Ayrıca Keyhole'un Google'a satışı sırasında, CIA de IN-Q-Tel üzerinden Google'ın 2,2 milyon dolarlık kısmını satın al­mış oldu.

Aslında Facebook ile CIA arasında doğrudan bir finansal bağ ve­ya ortaklık yok. Zira, IN-Q-TEL'in Facebook'ta hissesi bulunmuyor. Ancak kişisel bağlantılar, Facebook'u güçlü şekilde CIA'e bağlıyor olabilir. Zira, Howard E.Cox, bu ilişkide çok önemli bir yerde oturu­yor. CIA'in de sosyal ağlardaki kullanıcıların özel bilgilerine erişim konusunda çok istekli olduğunu herkes biliyor.

IN-Q-TEL'in bir broşüründe ise tam olarak şu ifade yer alıyor: "Sosyal medyanın izlenmesi artık hükümetlerin en önemli ihti­yaçlarından biri haline geliyor." Bu kısaca şu anlama geliyor. Batı ülkelerinin hükümetleri, Arap Baharında olduğu gibi, Facebook'ta başlayan sürpriz bir devrimle karşılaşmak istemiyor­lar. Üstelik ABD dahil, neredeyse her Avrupa ülkesinde de ortaya çıkan ve aylarca süren, oturma eylemlerine sahne olan "Anti-kapitalist" protestolar da sosyal medyada planlanarak organize edi­len eylemlerdi. "Wall Street! işgal et" gibi sloganlarla ortaya çı­kan bu "işgal" hareketi, sosyal medyada dikkatlice incelenmiş ve karşı önlemler alınmıştı. Ancak sosyal medyanın artık dev bir habitat olmasından kaynaklanan bir problem de, burada ince­lenmesi gereken verilerin boyutlarının insan beyninin sınırlarını aşması. Bu yüzden, Facebook gibi mecralarda ortaya çıkan verile­rin işlenerek, uzmanlar tarafından daha rahat anlaşılabilmesi için görsel hale dökülmesi işleminin de başarıyla tatbik edilmesi gerekiyor. CIA bunun için daha şimdiden çalışmalara başlamış. IN-Q-TEL, Palantir Technologies firmasına önemli bir yatırım yapmış. Palantir, Facebook verilerinin kolayca analiz edilmesini sağlayan yazılımlar geliştirmek üzere çalışmalar yapıyor. Palantir'in reklam filminde, bu yazılımın ne işe yarayacağının anlatımı da var. Toplanan sosyal veriler pek çok kategoride çap­raz sorgulanabiliyor. Hastane kayıtlarından, kredi kartı bilgileri­ne, online alışveriş bilgilerinden, arkadaş listelerine kadar kişile­rin online verileri toplanıp sonra bunların yöneldiği noktalar hakkında analizler yapılabiliyor. Böylece belirli noktalarda topla­nan ilgi odaklarının ileride isyan hareketlerine veya geri dönüle­mez aksiyonlara dönüşmesinin önüne geçilmeye çalışılıyor.








Mark'ın güçlü arkadaşları

Palo Alto'daki Palantir'in ofisi, Facebook ofisine otomobille bir­kaç dakika mesafede. Zaten iki bina da Stanford Üniversitesi'nin kampüsünde bulunuyor. Ancak firmalar sadece coğrafi konum olarak da yakın değiller. İki firmanın da en önemli aktörlerinden biri, aynı kişi: Silikon Vadisi'nin en bilinen isimlerinden, Peter Thiel. Frankfurt doğumlu yatırımcı sadece Palantir'in en büyük yatırımcısı ve yönetim kurulu başkanı değil, aynı zamanda Facebook yönetim kurulunun da bir üyesi. 2004'te, Facebook'a ilk ya­tırım yapan kişilerden birinin de o olduğunu düşünürsek, Facebook içindeki konumunun ve gücünün ne olduğunu daha iyi anlamak mümkün olabilir. Kuruluşundan sadece iki ay sonra, Thiel Facebook'a ilk yarım milyon dolarlık kapitali yatırmıştı. Bu­gün Türkiye'de veya başka bir ülkede, istediğiniz kadar mükem­mel bir fikirle ortaya çıkın, sadece iki ay önce kurulmuş bir web sitesinin bu kadar hızlı ve bu kadar büyük fonlar bulması hiç ko­lay değil. Dolayısıyla Facebook'u Facebook yapan isimlerin başın­da Thiel geliyor ve bugün Facebook yönetimindeki en önemli ki­şilerin başında sayılıyor.
Elbette Thiel'in Silikon Vadisi'ndeki nüfusu, Facebook'un da ötesine geçiyor. Kurduğu yatırım firması, Founders Fund ile Thiel Spotify'a başlangıç kapitali olarak 11,6 milyon Euro fon sağlamış durumda. Spotify bugün iTunes'dan sonra en büyük müzik dağı­tımcılarından ve servislerinden biri olarak anılıyor. Ancak Thiel'in asıl büyük başarısı bundan 15 sene önce yaptığı başka bir yatırımda gizli. Stanford'daki birkaç diğer arkadaşı ile beraber, Thiel online ödeme sistemi PayPal'ı kuruyor. Ebay'ın 2002'de PayPal'ı satın almasından sonra, ortakları elde ettikleri büyük ka­rı paylaşıp işten ayrıldılar ancak Thiel, PayPal'ın da içinde olduğu finansal ve operasyonal destekle, kendine bağlı dev bir şirketler ağı kurdu. Artık Silikon Vadisi'nin en nüfuslu insanlarından biri olmuştu. Yakın çalışma arkadaşları ile birleşince, neredeyse tüm Silikon Vadisi onların kontrolündeydi. Öyle ki, 2007 yılında For­tune dergisinde çıkan bir makalede kullanılan bir ifade, o gün­den sonra Silikon Vadisi'nde çok popüler oldu: "PayPal Mafyası"


facebook'un sahibi kim 
Fortune dergisi yazarının "PayPal Mafyası" olarak isimlendirdi­ği bu nüfusu yüksek işadamlarının arasında, Reid Hoffman, ki bu­gün Greylock Partners'in ortağı ve CIA yatırımcısı Howard E. Cox yer alıyor. Cox da Greylock Partners'in bir parçası.
Ancak Thiel'in ilişkileri bununla da sınırlı kalmıyor. O ayrıca, Bilderberg Group'un da yürütme kurulunun bir üyesi. Bu "sivil toplum örgütü", dünyanın en etkin ve güçlü iş adamlarının, politi­kacılarının, gazetecilerinin, bilim insanlarının davetle kabul edil­diği çok üst düzey bir "seçkinler kulübü". Hatta dünyanın şeklini, şemalını belirleyen düşüncelerin Bilderberg'ten çıktığını söyle­mek de yanlış olmaz. Bilberberg'çiler, her yıl bir kez dünyanın en lüks otellerinden birinde toplanıp, dünya sorunları hakkında tartışmalar düzenler ve çözüm önerileri sunarlar. Elbette üyeleri, dünyanın en etkili isimleri oldukları için, o önerilerin çoğu da uygulamaya alınır. İşte bu gruba 2012 yılında, Thiel'le beraber Paypal mafyasının üyeleri de davet edilmişti. Yani Linkedln kuru­cusu Reid Hoffman, Palantir'in genel müdürü Alexander Karp ve Google'un başkanı Eric Schmidt!

Avrupa hükümetleri e-postaları okumuyor mu?

 
İnternette vatandaşlarını kontrol etme arzusu sadece ABD için geçerli değil. Avrupa'da bile devletler vatandaşının internette ne yaptığını kontrol etmek istiyor. Avrupa'da pek çok güvenlik kurumu, Internet Servis Sağlayıcıların (ISS) veri tabanlarına, trafik loglarına doğrudan erişim hakkına sahip. Ancak bunun için bir sebebe gerekleri de yok. Oysa Avrupa ülkelerinin anaya­salarında, iletişim kurumlarının, insanların iletişim verilerinin başkaları tarafından izlenmemesiyle yükümlü oldukları uyarı­ları yer alıyor. Oysa güvenlik kurumlarının sadece şüphe üzeri­ne ISS'lerin trafik verilerine doğrudan ulaşmalarını sağlayan arayüzleri bulunuyor. Hatta, bazı özel anahtar kelimeleri içeren e-postaların doğrudan güvenlik kurumlarına iletildiği de bilini­yor. Avrupa'da her sene yüzmilyonlarca e-posta, içerdikleri teh­likeli anahtar kelimeler nedeniyle güvenlik ve istihbarat birim­lerine ulaştırılıyor. E-postaların sahiplerinin bundan haberi da­hi olmuyor. Yani devletlerin, istedikleri anda, istedikleri kişinin internet trafiğini takip etmesi çocuk oyuncağı bir iş. İnternetin gizli, özgür ve güvenli bir kurtarılmış bölge olduğu masalı çok eskilerde kaldı.

Peki, özgür internet tehlikeli midir?

ABD, interneti kontrol etmek için sosyal ağlar kuruyor, Avrupa internet trafiğini doğrudan dinliyorken, Rusya, Çin ve İran gibi daha otoriter hükümetler, bir adım öteye geçiyor. Bu ülkeler tüm internet erişimini doğrudan devlet kontrolüne almak istiyor. 2002'den bu yana, internetin dünya çapında bir "devlet kurumu" olmasını isteyen devletlerin sayısı dörtten 40'a çıktı. Ve bu sayı gittikçe artıyor. Devletler, bunun için uluslararası bir internet an­laşmasının devreye girmesini istiyor. Nasıl ki, dünyada dolaş­mak, seyahat etmek için tüm dünyanın kabul ettiği pasaport sis­temi varsa, internetin de dünya çapında kabul edilmiş ve sıkı şe­kilde uygulanan bir güvenlik prosedürünün olmasını ve bu pro­sedürün devletler tarafından kontrol edilmesi isteniyor. Kısacası, internet bir devlet kurumu haline getirilmek isteniyor. Bunun için de şu anda internetin fiilen patronu olan ICANN'ın, görevini Uluslararası Telekominikasyon Birliği'ne (ITU) devretmesi isteni­yor. ITU, Birleşmiş Milletlerin bir alt kurumu ve üye devletlerin bürokratları tarafından yönetiliyor. Eğer bu gerçekleşirse, artık internet tamamen devletlerin ve hükümetlerin istediği şekilde işleyecek. İsteyen devletler, gerçek anlamda bir "açma/kapama" düğmesine sahip olacak ve vatandaşlarının internete erişimini tam olarak kesebilecekler. Şu anda da bu tür geniş kapsamlı eri­şim engellemeleri yapılabiliyor ama bir ülkede interneti tama­men engellemek mümkün olamayabiliyor. Farklı operatörler­den, farklı servislerden, hatta uydu servislerinden yararlananlar, internet omurgasına ulaşıp yayın yapmaya devam edebiliyorlar. Ancak yeni uygulama gerçek olursa, bir bölgedeki internet erişi­mini tamamen kesmek mümkün olacak. Ayrıca, bazı güçlü ISS lobileri de, Skype veya You Tube gibi, çok yüksek trafik oluşturan servislerin, onlara düzenli bir ücret ödemesi gerektiğini savunu­yorlar. Zira, ISS'ler YouTube gibi servislerin, kullanıcıya ulaşabil­mesi için gereken alt yapıyı kurdukları için bu ücreti hak ettikle­rini düşünüyorlar. Ancak, zaten kullanıcılardan da YouTube'a ulaşabilmeleri için ücret istiyor olmaları argümanlarının samimiyetini ortadan kaldırıyor. Altyapının ücretini, You Tube gibi ser­vis sağlayıcılardan aldıklarında, abonelerine ücretsiz internet su­nup sunmayacakları sorusuna cevap veremiyorlar. Fakat görüldüğü üzere, çok büyük güçler artık internetin kontrolü ve işleyişi üzerinde söz sahibi olmak için bastırıyorlar. Dolayısıyla, birkaç seneye kadar, bugüne kadar alışık olduğumuz internetin değişip başka bir yapıya dönüştüğüne şahit olabiliriz.

BENJAMIN HARTLMAIER / CHIP DERGİSİ


http://www.chip.com.tr/chipdergi/arsiv/2013-2-41.html
Blogger tarafından desteklenmektedir.