Din – İlim - Medeniyet
Din – İlim - Medeniyet |
Bütün Müslümanların muallimi olan Resûlullâh Efendimiz
(s.a.v.), dünyâ ve âhirette kurtuluş sermâyemiz olan dînimizin esaslarını
Ashâb-ı Kirâm'ına Mescid-i Nebevî'de öğretirdi. Ashâb-ı Kirâm da Resülullâh'ın
izinden bir adım ayrılmadılar.
İslâm'ın ilk asırlarında ilmin câmi ve mescidlerde
öğretilmesi usûlü hicretin dördüncü asrına kadar devam etti. Üçüncü asırda
felsefe ve bazı fen ilimleri, alimlerinin ikâmetgâhlarında; tıp, tıp
müesseselerinde ve dînî ilimler de câmilerde okunurdu. Hoca anlatır, talebe yazardı
ki buna "imlâ usûlü" denilirdi,
islâmın ilk devlrlerin deki kitaplar bu yolla telîf olunmuştur.
Talebeler, ilim nerede ise oraya yolculuk ederek zamanın
meşhûr âlimlerinden ilim tahsîl ederlerdi. Bu yüksek âlimler sadece câmilerde
ders vermezler; evleri ve nerede bulunsalar orası bir medrese hâlini
alıverirdi. Her gün muntazaman dersler verirler; câmiye giderken etraflarında
yüzlerce ilim talebesi tahsîle devâm eder; câmide de ders halkalarındaki
talebelere ilim öğretirlerdi.
Bazı meşhûr âlimlerin talebesinin talebesi ve onun da
talebeleri bulunurdu. Meşhûr tabîb Ebûbekr Râzî'nin üç sınıf talebesi var idi;
bir hasta önce birinci kısım talebeye gelir; eğer hastalığı teşhîs edilemez
ise ikinci kısma, sonra üçüncü kısma; onlar da teşhisten âciz kalırsa nihâyet
ona üstâd bakardı.
Talebe okuyup tamamladığı dersi yahut kitabı üstadının
huzûrunda okur; o da kitaba "Bu
kitab bana ... tarafından okunmuştur." diye kaydederdi.
Binlerce âlim, hakîm, edîb ve fâzılların ilim öğretmek için
hayatlarını hiçe saydıkları ve yüzbinlerce talebenin yorulmak, dinlenmek
bilmeyen ilim öğrenme gayretleri neticesinde ilim ve maârif bir şimşek hızıyla
en kâmil mertebesine ulaşmış ve milyonlarca kitaplar telîf olunmuş, binlerce
kütüphâneler tesîs edilmiştir.