Header Ads

Fahreddîn-i Râzî (rh.) Hazretlerinin Şerîat-Tarîkat Ve Hakîkati Îzahları

Fahreddîn-i Râzî (rh.) Hazretlerinin Şerîat-Tarîkat Ve Hakîkati Îzahları


Fahreddîn-i Râzî (rh.) Hazretlerinin Şerîat-Tarîkat Ve Hakîkati Îzahları

Hayatında binlerce âlime icâzet vermiş olan büyük müfessir Fahreddîn-i Râzî hazretleri (1149-1209), Mefâtîhu’l-Gayb'da (Tefsîr-i Kebîr) Fâtiha-i şerîfenin tefsîrinde; şerîat - tarîkat ve hakîkatı şöyle îzah ediyorlar:

Üç çeşit İlâhî emir tebliğ buyuruldu:

Birincisi, zâhirî amellere muvâzabet, yani aksatmadan devam etmektir ki, şerîat makâmıdır. Bunu, “Ancak sana ibâdet ederiz” âyet-i kerîmesi tebliğ eder.

İkincisi, şehâdet âleminden gayb âlemine tevecühle (görünen âlemden görünmeyen âleme yönelerek), o âlemi bu âleme musahhar yani boyun eğmiş, emri altına girmiş görmek ve gaybî imdat (mânevî yardım) olmadıkça, zâhirî amellerde istikametin müyesser olamayacağını bilmektir ki, bu, tarîkat makâmıdır. [Yani; her türlü yardımın, hatta günahlardan kaçınıp ibâdetleri yapabilmenin dahi Allah Teâlâ’nın tevfîki ve yardımı ile mümkün olduğunun şuûr ve idrâki içerisinde olmaktır. Şerîat makâmında amellerin mukabili sevap, tarîkat makâmında ise kurbiyettir, Allâh’a yakınlıktır.] Bunu da, âyet-i celîledeki “Ve yalnız senden yardım dileriz” cümlesi bildirir.

Üçüncüsü de; şehâdet âlemini büsbütün azlolunmuş (hiçbir şeye tesiri kalmamış), bütün her şeyin ve her işin yalnızca Allâh’ın (c.c.) kudret elinde olduğunu görmektir ki, bu da hakîkat makâmıdır. O makâmı müşâhede eden kulun, yakînen bileceği gibi, bunu da, “Bizi doğru yola hidâyet eyle” kavl-i şerîfi göstermektedir.

Burada bazı incelikler daha arzetmek isterim. Şöyle ki:

Talep ve arzu edilen bir şeyin elde edilebilmesi için, beraberce çalışıp gayret sarfeden ruhlara nisbetle, yalnız başına hareket eden bir ruhun zayıf kalacağı müsellemdir, yani inkârı mümkün olmayan bir hakîkattir. Tek bir rûh, topluca hareket eden birçok rûhun nâil olduğu maksada, münferiden vâsıl olamaz. İnsan, tek başına arzusuna kavuşamayacağını anlayınca; rûhunun inkişâfı için, İlâhî nûr ve feyz talebinde bulunan mübârek ve mukaddes ruhlara iltihâk (katılma) lüzûmunu hisseder. Bu iltihaktan sonra, onlardan yardım göreceği için; talebi kuvvet, istîdâd ve kabiliyeti kemâl bulur, olgunlaşır. Binâenaleyh tek başına iken kavuşamayacağı maksatlara, bu beraberlikle nâil olabilir. İşte, “Bizi doğru yola hidâyet eyle” âyetini tâkip eden, “O, kendilerine in’am ettiğin mes’utların yoluna” buyurulması, bu güzel nükteden dolayıdır.

Bir rûhun, mübârek ve temiz ruhlarla beraberliği, onun kuvvet ve istidâdını ziyâdeleştirip kemâle erdirir. Bu bakımdan, fâsıklara işâret eden, “Ne o gadap olunanların” ve kâfirlere delâlet eden, “Ne de sapkınların yoluna değil” kavilleriyle, habis ruhlarla beraberliğin de hüsrânı mûcip olacağı, zarar ve ziyanı beraberinde getireceği, tahzîr (sakındırma) yoluyla anlatılmış oluyor.

Hulâsa; yukarıda ifade olunduğu üzere, “Ancak sana kulluk ve ibâdet ederiz” âyeti ile şerîat makâmı, “Ve ancak senden yardım dileriz” kavli ile tarîkat makâmı, “Bizi doğru yola hidâyet eyle” âyet-i celîlesi ile de, hakîkat makâmı gösteriliyor. Sonra da, Erbâb-ı sâfâ (iyi kimseler) ile beraber olmak sayesinde istîdat kazanmanın, erbâb-ı şekâvetten (kötü kimselerden) uzak durmakla da, istikmâl-i feyz etmenin yani feyzini tamamlamanın kolaylaşacağı bildiriliyor.

Bazı âlimler derler ki, “Bizi doğru yola hidâyet eyle” kavli ile iktifâ buyurulmayıp ta, “O kendilerine in‘âm ettiğin mes‘utların yoluna” dahi denilmesinin hikmeti şu olmalıdır:

Bir sâlik; kendisini, dalâlet yollarından koruyup doğru yola sevkedecek bir mürşidin feyizli nazarlarına mazhar olmadıkça, hidâyet ve mükâşefe makamlarına vâsıl olamaz... Yani maksada götüren, gâyeye ulaştıran yola ve gayb âleminin görülmesini sağlayan hâllere kavuşamaz. Mürşidin lüzûmu âşikârdır, ona olan ihtiyaç açıktır... Zira halkın ekserisi, hakkı bâtıldan temyîze muktedir değillerdir; hidâyeti dalâletten, doğruyu eğriden, sağlamı bozuktan, güzeli çirkinden ayırt edemezler. Bir nâkıs (noksan ve kusurlu olan bir kimse), her halde bir kâmile iktidâ etmelidir (ona uyup onun ardından gitmelidir) ki, ondan kuvvet ala-ala o da kemâl derecesine doğru yol alabilsin. (1)

(1) Muallim Nâci (1849–1893), İ‘câz-i Kur’ân, İkinci tab‘ı, Dersaâdet, Matbaa-i Nişan Berberyan, 1308, s. 25-30.
Blogger tarafından desteklenmektedir.